AŞKI ANLAMAK
“Mine’l-kalbi ile’l-kalbi sebîlâ.” “Kalpten kalbe yol vardır.” Bir bakışta, bir gülüşte, bir sözde, bir dokunuşta yüreğinde hissettiğin o sıcaklığın, midende uçuşan kelebeklerin ve istemsizce heyecanlanıp avuç içlerinin terlediğini fark ettiğin o anda başlar adına aşk denilen iki kalp arasındaki yol. Bilinmez; nasıl, hiç tanımadığın birine böylesine yoğun ve değerli hisler duyabilmenin nedeni!
Bakış açılarının değişkenliğine göre değişir aşk kavramı. Herkes aşk yaşadığını sanır ama nasip olmaz çoğuna. Yoksa aşk hissiyle başlayan evlilikler biter miydi gerçekten aşkla kurulmuş olsa? Zira aşk geçici bir duyguysa o zaman dillere destan olur muydu Aslı ile Kerem, Leyla ile Mecnun, Ferhat ile Şirin. Sonuçta destan elbette mübalağa olmalıydı. Belki dağları deldirmezdi, diyar diyar aratmazdı sevdiğini ya da çöllere düşürmezdi sevdasından ama gün gelip de sevdiğinden vazgeçirecek hale getirmezdi. Hemen hemen her gün sözde sevdiğini katleden insanların haberlerine şahit oluyoruz. Kıskançlık krizi, terk edilmenin yarattığı psikolojik bunalımla gururuna yenik düşme ya da ya benimsin ya kara toprağın zırvalığından doğan namus meselesi. O kişilere sorsanız büyük bir çoğunluğu aşk evliliği yapmıştır. Sevdiğini katletmesinin sebebi ise yine onu çok sevmesindendir. Böylesine saplantılı ve hastalıklı duygulara aşk denilmesi aşka reva mıdır? Sevdiğinin mutluluğu bir başkasında saklıysa bunu hoşgörüyle karşılayabilmektir aşk. Saçının tek bir teline zarar gelmesine katlanamazken onun nefesine son verip kendi yaşamına devam etmeyi göze almak değildir. Aynı gökyüzü altında onun mutlu olduğunu nefes aldığını bilmek yeterlidir aşk için. Sevdaya beklentiler dahil edilirse orada çıkarını düşünmekten başka bir duygu yoktur.
“Onu neden sevdin?” sorusuna verilecek cevabın yoksa karşındaki insanı nedensiz sevmişsen işte o zaman gerçekten aşkı yaşıyorsundur çünkü aşk nedenlere ihtiyaç duymaz. Nedenlerin varsa ona beslediğin hislerinde mantığınla hareket etmişsindir ve mantığın devreye girdiği yerde aşk aranmaz. William Shakespeare’in 57. Sonesinde şöyle eşsiz iki mısraya denk gelirsiniz: “ Öyle körkütük sadık bir köledir ki sevda, Seni kötü göremez bin kötülük yapsan da.” Bir çok insan nedenler ararken aşık olmak için kötü yanlarının bile göze görünmemesidir aşk. Amadır aşığın gözleri, kulakları sağır, dili lâl… Padişah Mecnun’a Leylayı sorduğunda ona verdiği “Siz onu bir de benim gözümden görün.” cevabında saklıdır aşkın anlamı. Leyla herkese aynı görünseydi anlamı kalır mıydı hiç Mecnun’un sevdasının?
Aşk bu kadar anlam doluyken zamanla değersizleştirildi. Artık sevmek için nedenlerimiz var. Beğendiğimiz davranışlar aradığımız kriterler var. Karşı taraftan hep bir beklenti içerisinde aşkı arıyoruz. Sevmek güzel ama sevilmeyi de bekliyoruz. Yüreğimizdeki aşkın o kıpır kıpır sıcaklığının yerini mantığımızdaki kaygı ve şüphe dolu birliktelikler dolduruyor. Aşk acısının yüceliğini hiçe sayıp sırf acı çekmemek için temkinli adımlarla ilerliyoruz.Severken her şey iyi de acısını çekmek neden bu kadar korkutur oldu bizleri? Hayatta hiçbir şeyin altın tepside sunulmadığı aşikârdır. Emek verilmeden hiçbir yere varılmayacağı da… Emeksiz ve cefasız aşk da düşünülemez. Her zaman olduğu gibi kolaya kaçmak hepimizin işine geliyor severken bile. Aşk zor olandır ve günümüzde kurulan kalp yolları aşkın komşu mahalle sokağından bile geçmiyor. William Shakespeare’in de dediği gibi “Beğendiğiniz bedenlere hayalinizdeki ruhları koyup, bunu aşk sanıyorsunuz.”